Blog film eleştirisine giriş niteliğinde film analizlerine ayrılacaktır. Analize girişmeden öncelikle film eleştirisi konusunda sadece film izlemenin yeterli olmadığı, sinema sanatının teorik ve pratik bir bütünlük oluşturduğu, bu bütünlükle ilgili -eleştiri ayracında- epistomolojik bir birikimin gerekli olduğu eleştiri sahibi -analizci- tarafından bilinmektedir. Bu anlamda her ne kadar teorik altyapısının bir filmin eleştirisi bakımından tamamıyla yeterli olmadığını düşünen analizci pratik sürecin sürekliliği karşısında yapılabilecek bir analizin bu eksikliğe rağmen risk edilebilir bir unsur olduğunu düşünmektedir.

23 Ocak 2010 Cumartesi

All the King’s Men




Yönetmen Steven Zaillian’ın 2006 ABD yapımı “All the King’s Men”i, Robert Penn Warren’ın romanından uyarlanan ve üç oscarlı bol ödüllü 1949 ABD yapımı Vali rolünde Broderick Crawford’un oyandığı aynı adlı filmin yeniden çekimidir. 

Filmin konusu kabaca Louisiana eyalet valisi seçimi ve seçim sonrası Vali, ekibi ve siyasetin dışarıdan belirleyicileri arasındaki ilişkileridir. 

Seçimlere kendisi gibi taşralı ya da hödük dediği halk için katılan Willie Stark (Sean Penn), paralı kesimin adaylarını geçerek seçimlerden galip çıkar. 


Vali olmasıyla birlikte kendi ekibini kurar ve hali vakti yerinde bir aileden gelen ama idealleri uğruna -ya da yaşamının verdiği rahatlıkla- gazetecilik yapan Jack Burden’ı (Jude Law) da yanına alır. 


Stark seçimlerdeki vaatlerini yerine getirmek adına yollar, köprüler, okullar, hastaneler gibi sosyal içerikli işlere girişirken –ki filmde bunu sadece söylemde anlıyoruz- şimdiye kadar eyaletin petrol ve elektriğinden ihya olmuş kodamanları ve onların eyalet meclisindeki temsilcilerini karşısına alır.  Emekli yargıç Irwin Stanton rolünde Anthony Hopkins, filmde kodamanların sesi olarak karşımıza çıkmaktadır.

Film bu süreçte Stark’ın düşmanlarının politik oyunlarıyla mücadelesine ve Jack Burden’ın bir ucu Stark’la ilişkilendirilecek aşk (Anne Stanton-Kate Winslet)  ve aile ilişkilerine odaklanır.


Filmin sonu, düşmanlarının ve eyalet kodamanlarının hakkından geldiğini sanan Stark için iyi bitmemektedir.


Oyuncu kadrosuyla göz dolduran filmde, Sean Penn’in halka hitap ettiği sahnelerdeki etkileyici performansı dışında bir performansla karşılaşmıyoruz. Anthony Hopkins, Kate Winslet ve James Gandolfini’nin filmde daha az rollerinin bulunmasıyla bir bakıma bu anlaşılabilir de. Jude Law ise baş karakterlerden biri olmasına karşın vasatı geçemiyor. 

Filmi konusu bağlamında analiz edebilmek için önce filmin dokundurmaya çalıştığı demokrasi, seçimler ve siyaset aktörlerine kısaca değinmek gereklidir. 

Biliyoruz ki demokrasi, her sınıftan vatandaşın eşit ve bire bir oyuyla seçtiği temsilcilerin tüm halk adına ülkeyi yönettiği ve bu sistemin insan aklının eriştiği en ideal sistem olma iddiasına dayanır. Görünürde halk hem aday olmakta hem de gerçekten istediğini seçip seçmemekte serbesttir. Bunun yanında halk her ne kadar uzun aralıklarla da olsa ardışık seçimler yoluyla istemediği, beğenmediği temsilciyi bir daha seçmeme özgürlüğüne de sahiptir. 

"İktidara ortak olduğu" ve "iktidarı kendisinin belirlediği" her seçimde temsilci adayları tarafından tekrar tekrar hatırlatılan halk, gerçek durumun bu olduğuna ikna olmuş olarak oy kullanır. Oy vermenin aynı zamanda bir “vatandaşlık görevi” olduğu şeklindeki modern söylem de sistemin işleyişini güvenceye almak bakımından eksik edilmez. 


Ama gerçekte olanların demokrasinin bu haliyle uzaktan yakından alakası yoktur. Ya da ben böyle bir demokratik seçim görmedim. Çünkü Şili’de Allande’nin seçilmesi gibi tarihte görülen bir iki istisna dışında oy kullanmak halkı iktidara ortak yapmaz. Yaparsa, bu korkunç hata herhangi bir şekilde giderilecektir. Filmde de Stark kaderinin  değil “demokratik” politikanın bilinçli kurbanı olmaktadır.


Demokrasilerde seçim sistemi ve yürütme, yasama erkinin işlevi koca bir maskeyle örtülü olarak sunulur ve asıl belirleyici olan siyasetin kuralları, politikacılarla organik bağları bulunan sınıfların temsilcileri arasındaki ilişkiler, alttan işlemeye, demokrasi sistemini işletmeye devam eder.  Medya da bu işleyişte kendine yer bulur. Filmde de asıl dikkat edilmesi gereken nokta budur. Gazeteler seçimlerde taraftır. Halk da filmde Stark’ın konuşmalarını dinleyen ve alkışlayan kalabalıktan başka bir şey değildir. Stark "halk adına" bu döngüyü kendi bildiği yollardan kırmaya çalışmakta ama gücü yetmemekte, kapıdan kovduğu düşman bacadan girmektedir. Ki Stark’ın epi topu istediği taşralılara –bir iki söyleminden anlaşıldığı kadarıyla da siyahlara- ücretsiz sağlık, ücretsiz ilk ve orta öğretim olanağını sağlamak, iş olanağı yaratmak, petrol ve elektrik şirketlerinin vergilerini arttırarak halkı da eyaletin zenginliklerinden yararlandırmaktır. Ama bu olmamış sonuçta taşralılar, emekçiler, siyahlar (ki filmde siyah bir karakter olmayıp, Stark’ın siyahlara dönük özel politikası da bulunmamaktadır) demokrasi denkleminin dışına düşmüştür. Neden? Çünkü denklem baştan böyle kurulmuştur... 

1949 yapımı film için imdb sayfası 
2006 yapımı film için imdb sayfası


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder