Blog film eleştirisine giriş niteliğinde film analizlerine ayrılacaktır. Analize girişmeden öncelikle film eleştirisi konusunda sadece film izlemenin yeterli olmadığı, sinema sanatının teorik ve pratik bir bütünlük oluşturduğu, bu bütünlükle ilgili -eleştiri ayracında- epistomolojik bir birikimin gerekli olduğu eleştiri sahibi -analizci- tarafından bilinmektedir. Bu anlamda her ne kadar teorik altyapısının bir filmin eleştirisi bakımından tamamıyla yeterli olmadığını düşünen analizci pratik sürecin sürekliliği karşısında yapılabilecek bir analizin bu eksikliğe rağmen risk edilebilir bir unsur olduğunu düşünmektedir.

3 Aralık 2009 Perşembe

Titanik'in Gölgesinde Karpuz Kabukları

Önce film yapanlar olmalı ki film eleştirmenleri varolabilsin. Ben bir film eleştirmeni değilim. Ne film ve sinema konusunda bir eğitimim ne de amatör olarak bu işle uğraşmışlığım var. Ama bu konuda hatırladıklarım hayatımın erken bir dönemine denk geliyor. 

Dedem sağolsun. Fatsa'nın tek sinemasının, abimin adını taşıyan Cem Sinemasının sahibi Ali dedem. Ben henüz üç dört yaşındayken bile Cem Sinemasına, dedemin sinemasına gittiğimi hatırlıyorum. Oysa Ankara'da yaşıyor olmama rağmen yanlış hatırlamıyorsam orta üçüncü sınıftayken (şimdi kaçıncı sınıf oluyor bilmiyorum) gitmiştim ilk defa. 

Dedem 1973 yılında sinemanın inşaatını tamamlatmış. O tarihlerde böyle büyük bir inşaat için gerekli olan çelikleri almak için bakanlar kurulundan izin almak gerekiyormuş. Daha bir sürü bürokratik işlem. Hepsini halletmiş. Sinemanın maliyeti ile Ankara'da İstanbul'da arsalar, apartmanlar alabilecekken bunu yapmamış. Burada okuyucu şöyle düşünebilir; "adamın idealleri varmış." Hayır kazın ayağı öyle değil. Dedem diye demiyorum! kesinlikle idealist biri değildi, burnunun dikine giderdi, hala da öyle allah uzun ömürler versin. Bence onca şey yapabilecekken sinema yapmasının nedeni bu. Zaten daha beşikteyken işportacılık yapan bir adam için işin ticari yanını düşünmediğini varsaymak akıllıca olmaz. 

Dedem sinemanın çok para getireceğini düşünmüş. Gel gör ki, kör talih, bir kaç sene sonra televizyon furyası başlamış. Herkesin sinemaya gidip çekirdek çitlemek yerine çatılara çıkıp anten düzeltmeye başladığı yıllar. Ah dede ah... Bence sırf bu sürece ve yaşananlara inat evine uzun süre televizyon almamış. Anneanneme de her fırsatta televizyon alalım diye tutturduğu için fırça çekmiş. En sonunda anneannem taksitle bir televizyon almış. Akşam dedem eve geldiğinde salona girmiş şöyle bir bakmış, hiç bir şey demeden yatak odasına gidip yatmış. Şimdilerde akşam eve gelince ilk işi televizyonun karşısına oturmak olan, TRT haberleri ile uykusunu geciktiren, alevi türküleri denk gelirse televizyon karşısında rakı içip Hazreti Ali'ye göz yaşı döken bir adam oldu.

İşte ben sırf dedemin sineması diye bilet parası ödemez, istediğim anda, hatta üst üste üç beş film izler, Fatsa gibi yerde aile ve kadınlar için ayrılmış ama çoğunlukla kimsenin gelmediği balkon katında tek başıma ya da dayımın kızlarıyla gazoz içerek film izler, en önemlisi de makinist odasına sanki benimmiş gibi girer çıkardım.  

Makinist Haluk abi de beni severdi. Makinist odasında projektörden gelen tıkırtı sesi ve her tarafa yayılmış film bobinleri olurdu. Film şeritlerinden kesilenler de vardı. Bunları büyütüp izlemek için küçük bir merceği olan oyuncak gibi bir şey vardı hala var mı bilmiyorum. Onunla tek tek sahnelere baktığımı hatırlıyorum. 

Allahtan o zamanlar öyle üç film birden filmler oynatılmıyordu . Genelde Türk filmleri -Cüneyt Arkın filmleri başta olmak üzere- ve ikinci sınıf yabancı filmler. Ama mesela Alien'ı ve Kurt Adamı (hangi versiyonu bilmiyorum) bu sinemada izlemiştim. Acayip korktuğumu hatırlıyorum. Ki abim  Kurt Adamın ve yaratığın tuvaletin deliğinden çıktığını söylemişti de uzun süre tuvalete girmeye korkmuştum.

Neyse uzun lafın kısası, Ahmet Uluçay'ın ölümü bana Cem Sineması'nı ve dedemi hatırlattı. İster istemez dedemle Ahmet Uluçay'ı karşılaştırdım. Sinema yapmanın gerçek anlamına Ahmet Uluçay'ın ulaştığı gün gibi açık. Ben de sinema ve film adına o günden bu güne Ahmet Uluçay'ın ahıra attığı bir adımı dahi atmamışım.   

Sadece bir filmin adıyla ilgili gönderme olarak değil düşünsel ve eylemsellik anlamında da Gemi Yapanlarla (Sinema Yapanlar) Karpuz Kapuğundan Gemi Yapanlar arasındaki farka işaret ediyor Ahmet Uluçay'ın yaşamı. Ya da film sektörü anlamında düşünürsek Titanik gibi yüksek bütçeli filmler yapanlarla Ahmet Uluçay gibi hamallık yaparak film yapanlar arasındaki farkı. 

Rahat yatağımdan köşeye sıkıştığımı hissettiğim anlarda Ahmet Uluçay'ın yaşamını, uğrunda öldüğü şeyi hatırlamak, hatırlatmak dileğiyle. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder